NEFS VE VİCDAN
Kuran’ın haber verdiğine göre, insanın “nefsi” iki
taraflıdır: İçinde kötülüğü emreden bir taraf ve o kötülükten sakınmayı
emreden bir taraf bulunmaktadır. Şems Suresi’nde bu durum şöyle
anlatılır:
Nefse ve ona “bir düzen içinde biçim verene”,
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)
Nefse ve ona “bir düzen içinde biçim verene”,
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)
Ayetlerde nefisle ilgili olarak verilen bilgiler son
derece önemlidir: Allah, insanı yaratırken nefsini düzenlemiş ve ona
“fücur” ilham etmiştir. Fücur Arapça’da, “doğruluk sınırlarının yırtılıp
parçalanması” anlamına gelir. Dini terim olarak fücurun anlamı şöyle
verilir: “Günaha ve isyana girişmek, fasık olmak, yalan söylemek,
başkaldırmak, karşı gelmek, haktan yüz çevirmek, nizamı bozmak, zina,
ahlaki çöküntü…”
Şems Suresi’ndeki ayetten öğrendiğimize göre Allah, bu
kötülüklerin yanısıra, insana nefsin fücurundan sakınmayı da ilham
etmiştir. Hemen sonraki cümlelerde verilen bilgiler ise son derece
önemlidir: Nefsini arındırıp-temizleyen, yani nefsinin fücurunu kabul
edip, Allah’ın ilhamına uyarak ondan sakınanlar kurtulacaklardır. Bu,
ebedi ve gerçek kurtuluştur, yani Allah’ın rızasını, rahmetini ve
cennetini kazanmak… Buna karşılık, nefsini örten, yani onun fücurunu,
pisliğini dışarı atıp temizlemeyen, içinde saklı tutan kişi ise yıkıma
uğrayacaktır. Yıkım da Allah’ın laneti ve cehennem azabı demektir.
Bu noktada çok önemli bir sonuca varıyoruz: Herkesin
nefsinde mutlaka kötülük vardır. Bir insanın, nefsindeki kötülükten
temizlenmesinin tek yolu ise, bu kötülüğün varlığını kabul etmesi ve
Allah’ın gösterdiği biçimde ondan sakınmasıdır.
İşte müminlerle inkarcılar arasındaki en önemli farkların birisi bu
noktada ortaya çıkmaktadır. İnsan, ancak İslam’ın verdiği bilgi ve
terbiye sonucunda nefsinin içinde kötülük bulunduğunu ve ondan sakınması
gerektiğini öğrenir ve kabul eder. Dinin ve onu tebliğ eden
peygamberlerin en büyük özelliklerinden biri, insanların nefislerindeki
kötülüğü ortaya çıkarması ve onu temizlemesidir. Bu nedenle Kuran’da,
Bakara Suresi’nin 87. ayetinde inkarcı yahudilere seslenilirken “… size
ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük
taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek
misiniz?” denildiği bildirilmektedir.
Ayette bildirildiği gibi, inkarcılar nefislerindeki
kötülüğe teslim olurlar ve bu nedenle de nefislerine aykırı gelen
şeyleri kendilerine tavsiye eden hak dini ve o dini tebliğ edenleri
yalanlarlar. Bu durumdaki bir insan, Şems Suresi’ndeki ayetlerde
bildirildiği gibi, nefsini örter ve onun fücuruna esir olur.
Bu durumda, tüm inkarcıların nefslerindeki fücura teslim
olmuş, yani gerçek bilinçten yoksun olduklarını söyleyebiliriz. Bu bir
tür içgüdüsel yaşamdır; tüm tavırlar, tüm düşünceler nefsin fücurunun
telkin ettiği içgüdülere göre düzenlenir. Kuran’da inkarcılar için
kullanılan “hayvan” benzetmesinin hikmetlerinden biri de budur.
Buna karşılık müminler Allah’ın farkındadırlar; O’ndan
korkar ve O’nun hükümlerine karşı gelmekten sakınırlar. Bu nedenle de
nefislerindeki fücura teslim olmaz, onu örtmez, açığa çıkarır ve
Allah’ın ilham ettiği şekilde ondan sakınırlar. Hz. Yusuf’un söylediği,
“ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefs -Rabbimin kendisini
esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim
Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir” sözü, müminlerin nasıl düşünmesi
gerektiğini göstermektedir. (Yusuf Suresi, 53)
Mümin, her ortamda nefsinin kendisini yanlış yola yöneltmek isteyeceğinin bilincinde ve uyanık olmalıdır.
Buraya kadar, a ğırlıklı olarak nefsin iki zıt yönünden “fücur” kısmını inceledik. Aynı ayetin devamından nefse fücurunun yanısıra bir de, bu fücurdan sakınmasını sağlayan bir kabiliyetin ilham edildiğini öğrenmekteyiz. İnsanı Allah’a ve dinin bildirdiği doğrulara, hayırlara yönelten, iyiyi ve kötüyü ayırt etmesini sağlayan nefsin bu yönü, halk arasında “vicdan” olarak tanımlanır.
Buraya kadar, a ğırlıklı olarak nefsin iki zıt yönünden “fücur” kısmını inceledik. Aynı ayetin devamından nefse fücurunun yanısıra bir de, bu fücurdan sakınmasını sağlayan bir kabiliyetin ilham edildiğini öğrenmekteyiz. İnsanı Allah’a ve dinin bildirdiği doğrulara, hayırlara yönelten, iyiyi ve kötüyü ayırt etmesini sağlayan nefsin bu yönü, halk arasında “vicdan” olarak tanımlanır.
İşte, nefsin içinde, insanı daima kötülüğe çağıran
hevaya karşın, onu daima iyiliğe çağıran bu vicdan da vardır.
Dolayısıyla insan, içinde, kendisini sürekli olarak doğruya çağıran
şaşmaz bir pusulaya sahiptir. Vicdan, bir anlamda doğruya yönelten
Allah’ın sesidir. İnsan sürekli olarak bu sese kulak verdiği ve Kuran’ın
gösterdiği temel prensipleri tam olarak kavradığı takdirde, sürekli
olarak doğru yolda ilerleyecektir.
İnsan, vicdanına uyduğu sürece, Allah’ın bazı
sıfatlarını üstünde taşır. Allah sonsuz merhametlidir; O’na teslim olan
bir mümin de merhametlidir. Allah sonsuz akıl sahibidir; O’na kulluk
eden bir mümin de üstün bir akla sahip olur. İnsan Allah’a ne kadar
yakınlaşır, O’na ne kadar teslim olursa, O’nun üstün ahlakını daha çok
taşır ve “yaratılmışların en hayırlısı” olur. (Beyyine Suresi, 7)
Kuran’ın tüm hükümleri, insanın içindeki vicdana uygun, o
vicdanın ölçülerine göre belirlenmiş durumdadır.Ancak, Kuran’ın
belirlediği vicdan ölçüleri, toplumda yerleşik olan “vicdan”
ölçülerinden oldukça farklıdır. Toplumun vicdan anlayışı, yolda
rastlanan bir fakire sadaka vermek ya da hayvanlara sevgi göstermek gibi
son derece yüzeysel örneklerle sınırlıdır. Oysa müminin vicdanı,
Kuran’ın tüm emirlerinin ve tavsiyelerinin yerine getirilmesini
gerektirir. Hatta Kuran’ın genel hatlarıyla belirttiği pek çok konunun
ayrıntıları vicdan sayesinde belirlenir ve uygulanır.
Örneğin, Kuran müminlere ihtiyaçlarından arta kalanı
infak etmelerini emreder. Fakat ihtiyacının ne kadar olduğunu herkes
kendi vicdanı ile belirler. Vicdanı yeterince güçlü olmayan bir insan
ise, dinin hükümlerini Allah’ın rızasına en uygun biçimde uygulayamaz.
Mümin günlük hayatta sürekli olarak birkaç seçenek
arasında seçim yapmak durumunda kalır. Karşılaştığı seçenekler içinde,
Allah’ın rızasına en uygun olanını, dinin menfaatlerine en yararlı
olanını seçmekle yükümlüdür. Bu seçimi yaparken muhatap olduğu
seçenekler karşısında vicdanı ilk olarak devreye girer ve hangi
seçeneğin Allah’ın rızasına daha uygun olacağını ona söyler. Ancak
ikinci aşamada hevası da devreye girecek ve onu diğer alternatiflere
yöneltmeye çalışacaktır. Bunun için de genellikle insana mazeretler
fısıldayacaktır. Kuran nefsin öne sürdüğü bu “mazeret”lere sık sık
dikkat çekmektedir.
Mümin, nefsin kendisine fısıldadığı tüm mazeret ve
bahanelere kulaklarını tıkamalı ve vicdanının kendisine gösterdiği
doğruyu uygulamalıdır. Kuran’ın müminlerin vicdanına dair verdiği
örnekler, insanı bu konuda düşünmeye yöneltmelidir. Bir ayette, savaşa
çıkamadıkları için üzülen müminlerden şöyle söz edilmektedir:
Allah’a ve elçisine karşı “içten bağlı kalıp hayra çağıranlar” oldukları sürece, güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için bir şey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
Allah’a ve elçisine karşı “içten bağlı kalıp hayra çağıranlar” oldukları sürece, güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için bir şey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
Bir de (savaşa katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen
için sana her gelişlerinde “sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğin
ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden
yaşlar boşana boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur.
(Tevbe Suresi, 91-92)
Savaşa çıkmak görünüşte son derece tehlikelidir.
Savaşmaya giden bir insan, ölüme ya da yaralanmaya gittiğini bilir.
Ancak buna karşın Peygamberimiz döneminde müminler Allah yolunda
savaşmak için büyük bir istek duymuşlar, savaşa çıkamadıkları için de
üzülmüşlerdir. Bu, Kuran’ın kastettiği vicdanın çarpıcı bir örneğidir.
Nefis mümini bir anda dinden döndüremez ama küçük tavizler koparmaya
çalışır. Örneğin, mümini Allah yolunda yapması gereken bir işte
tembelliğe sürüklemeye çalışır. Bir takım mazeretler öne sürerek onu
gevşekliğe sürüklemeyi dener. Eğer nefsin küçük isteklerine taviz
verilirse, insan üzerindeki etkisi gittikçe büyür ve sonuç, insanın
imandan vazgeçmesi, yeniden nefsinin esiri olmasına kadar varabilir.
Mümin, her ne durumda olursa olsun, nefsine değil, Allah’ın hükmüne göre
hareket etmekle, nefsini ezmek, bencil tutkularını dizginlemekle
yükümlüdür. Bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan
korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük
yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından
(ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş)
bulanlardır. (Teğabün Suresi, 16)
Ayette, müminlere Allah’tan korkmaları, O’na itaat
etmeleri, O’nun hükümlerini dinlemeleri ve infakta bulunmaları, yani
mallarını Allah’ın rızasına uygun olarak harcamaları emredilmektedir.
Çünkü bunlar, insanın “nefsinin bencil-tutkularından” korunmasına ve
sonuçta felaha (büyük kurtuluş ve mutluluk) ulaşmasına neden olur. Aynı
gerçek bir başka ayette de vurgulanır:
Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva (istek ve tutkular) dan sakındırırsa,
Artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir. (Naziat Suresi, 40-41)
Artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir. (Naziat Suresi, 40-41)
Nefsinin bencil tutkularından korunarak nefsini
arındırıp-temizlemiş, dolayısıyla Allah’ın hoşnutluğu ve cennetine
kavuşmuş olan kişinin nefsi ise Kuran’da mutmain olmuş, yani tatmin
bulmuş nefis olarak tanımlanır:
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,
Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön.
Artık kullarımın arasına gir.
Cennetime gir. (Fecr Suresi, 27-30)
Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön.
Artık kullarımın arasına gir.
Cennetime gir. (Fecr Suresi, 27-30)
Nefsinin kötü isteklerine tabi olup da onu temizleyip
arındırmamış ve bu şekilde ahirete gitmiş bir kimsenin de pişmanlıktan
başka bir nasibi yoktur. Gelmiş geçmiş milyarlarca inkarcının kıyamet
gününde yaşadıkları pişmanlık ve nefislerini kınamaları gerçekten çok
dehşetli bir manzara oluşturur. Bu, kafirleri bekleyen öyle büyük ve
kaçınılmaz bir gerçektir ki, Allah ayetlerde kıyamet gününün hemen
ardından kendini kınayıp duran nefsin durumuna yemin etmektedir:
Hayır, kalkış (kıyamet) gününe and ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder