VİCDANLI BİR İNSANIN ALLAH İLE YAKINLIĞI
Bir insana hayatındaki en önemli şeyin ne olduğu
sorulsa buna ne cevap verir? Önemli olan evi mi, ailesi mi, yoksa işi
mi? Ya da bunların dışında bazı idealleri midir?
Ancak cevabı her ne olursa olsun unutmamalı ki, onun
için en önemli olan şeyden çok daha önemli ve belki de unuttuğu bir konu
var…
Bir insanın hayatındaki en önemli konu, kendisini
yaratan ve sahip olduğu herşeyi veren Allah’ı tanımak ve O’na yakın
olmak için gayret etmektir. Ancak insanların büyük bir kısmı bu gerçeği
görmezlikten gelerek yaşarlar. Önünüze çıkan ilk kişiye, hatta
karşılaştığınız herkese hayatlarındaki en önemli ve aciliyetli
gördükleri konuları sorun. Alacağınız cevaplar çoğunlukla dünya hayatına
ilişkin olacaktır.
Oysa nefsinden uzak yaşayan ve vicdanını kullanan biri,
Allah ile yakınlığın önemini hemen fark eder ve Allah’a yakınlaşmak için
yollar arar. Çünkü Kuran’da bu emredilmektedir:
Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na
(yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cehd edin (çaba harcayın),
umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 35)
Vicdan Allah’a yakın olması gerektiğini nasıl anlar?
Çevrenize şöyle bir bakın. Herşey insanın ihtiyacına
uygun olarak yaratılmış. Vücudunuza bir bakın; sizin hiçbir müdahaleniz
olmadan kusursuz bir biçimde işliyor. Ne kalp atmayı unutuyor, ne de
sinirler beyine gerekli mesajları gerektiği zamanlarda aktarmayı
aksatıyor. Beslenebilmeniz ve dolayısıyla yaşayabilmeniz için gerekli
tüm besinler doğal olarak dünyada mevcut. İhtiyacınız olan oksijen
atmosferde tam gereken miktar kadar var. Rahatça, hiç düşünmeden hareket
etmenizi sağlayan bir kas ve iskelet sistemine sahipsiniz. Dilediğinizi
rahatça tutup, istediğiniz yere yürüyebiliyor veya koşabiliyorsunuz.
Üstelik sadece hayatta kalmanızı sağlayan fonksiyonlara da sahip
değilsiniz, ayrıca çok çeşitli zevkleri hissedebiliyorsunuz. Bunun için
gerekli şuur da size verilmiş. Yiyeceklerin tatları, gördüğünüz bir
manzaranın güzelliği, seyrettiğiniz bir filmin konusu, bir dostunuzun
sohbeti sizi hoşnut edebiliyor. Ve bunları sizin için var eden üstün güç
sahibi bir Yaratıcı var. Sizi yoktan, bir hiçlikken var etmiş. Eğer O
dilemeseydi, siz bir hiçlik olarak kalacaktınız, hiç var olmayacaktınız.
Ama Allah diledi ve sizi bir insan suretinde yarattı.
Burada Allah’ın insanlara verdiği nimetlerden sadece birkaç tanesine
değinebildik. Allah’ın insanlara verdiği nimetlerin tamamını burada
yazmaya kalksak, “Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız,
onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız…” (Nahl Suresi, 18) ayetinde
bildirildiği gibi, buna güç yetiremeyiz. Dahası Allah, dünya hayatında
Kendi yoluna uyanlara, bir insan için olabilecek en güzel karşılığı vaat
etmiştir: Sonsuza kadar kalacağı ve canının istediği herşeye sahip
olabileceği cennet.
Tüm bunlar karşılığında size düşen çok önemli bir
sorumluluk, elbette tüm bu verdiklerine karşılık Allah’a şükretmektir.
Bir ayette şöyle denir:
Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken
çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve
gönüller verdi. (Nahl Suresi, 78)
Hayatınız boyunca size verilen tüm nimetler de yine Allah’tandır. Bu nedenle, Allah’tan başka ilah yoktur.
Allah, insanlar için rahmetinden her neyi açacak olsa, artık onu kısıp-tutacak yoktur; her neyi kısar-tutarsa, artık onu da ondan sonra salıverecek yoktur. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. Ey insanlar, Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah’ın dışında bir başka yaratıcı var mı? O’ndan başka İlah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz? (Fatır Suresi, 2-3)
Allah, insanlar için rahmetinden her neyi açacak olsa, artık onu kısıp-tutacak yoktur; her neyi kısar-tutarsa, artık onu da ondan sonra salıverecek yoktur. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. Ey insanlar, Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah’ın dışında bir başka yaratıcı var mı? O’ndan başka İlah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz? (Fatır Suresi, 2-3)
Bir insanın yaşamasının, var olmasının, hayat sürmesinin
yegane nedeni Allah’ın dilemesidir. Bu gerçeğin farkında olan bir kişi
için elbette ki en önemli varlık Allah, en önemli konu da O’na
yakınlaşmak olacaktır. Ancak insanlar dünya hayatının büyüsüne ve
detaylarına kendilerini kaptırarak bu gerçeği hiç düşünmezler.
Yaptıkları elbette büyük bir nankörlüktür. Çünkü bu kadar önemli bir
gerçeği düşünmeyen insan, yakınlarının veya çevresindeki insanların
kendisi için ne düşündüğünü çok önemser. İnsanların gözüne girmek için
herşeyi yapar, beğenilerini kazanmak için ciddi bir çaba harcar ve bunun
için türlü yollar düşünür. Ama kendisini yoktan var eden Rabbimiz’i
hoşnut etmenin yolları nelerdir, ne yaparsa Allah’ın sevgisini kazanır,
düşünmez.
Bu arada insan bilmelidir ki, Allah’ın rızasını kazanmak
yalnızca bir sorumluluk değil, aynı zamanda insana mutluluk ve huzur
verecek yegane yoldur. Allah’ı unutup başka insanların rızasını
arayanlar ya da benzeri boş hedeflere kapılanlar, asla tatmin bulamaz ve
mutlu olamazlar. Oysa Allah’ın rızası, bir insanın kalbinin kendisiyle
tatmin bulacağı en büyük sevinç ve mutluluktur. Çünkü Kuran’daki
ifadeyle, kalpler ancak Allah’ı anmakla tatmin bulur:
…Kendisi’ne katıksızca yöneleni dosdoğru yola
yöneltip-iletir. Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle
mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle
mutmain olur. (Rad Suresi, 27-28)
İnsanların Allah’tan uzak yaşamalarının nedeni hem bu
sırrı bilmemeleri hem de dünya hayatının gerçek amacını ve ahiretin
varlığını unutmalarıdır. Oysa Allah’ın ve cehennemin varlığından emin
olan biri Allah’ı hiçbir zaman unutamaz. Herkes bir düşünsün: Cehennem
ateşinin yakınında dünya hayatından sorguya çekilen hangi insan, Allah
dışındaki bir varlığı düşünebilir? Öyle bir anda Allah’tan başka bir
varlığın hoşnutluğu gözetilir mi? O durumdaki kişi en çok kimin
sevgisini ve dostluğunu aranır mı? Bu durumdayken tanıdığı herhangi
birinin fikri veya kendisine yakınlığı onun için bir önem taşır mı?
Cehennem ateşini gören kişiler için dünyada sahip
oldukları mülkün veya tanıdıkları insanların hiçbir öneminin kalmadığı
aşağıdaki ayetlerde şöyle bildirilmektedir:
(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu
sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün
azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister;
Kendi eşini ve kardeşini, Ve onu barındıran aşiretini de. Yeryüzünde
bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri
kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir.
(Mearic Suresi, 10-15)
Kuran’dan öğrendiğimiz ve vicdanımızla anladığımız gibi,
bir insanın hayatının tamamı Allah için yaşanmalıdır. “Bir insan tüm
yaşamını nasıl Allah için yaşar?” diye düşünüyorsanız; işte bunun da
anahtarı vicdandır. Eğer tüm yaşamınızı Allah’ı razı edecek şekilde
sürdürmek istiyorsanız, bunun için Kuran’ın hükümlerine uymanız ve
olaylar karşısında da sürekli nefsinizin istek ve tutkularını değil,
vicdanınızı dinlemeniz yeterlidir. Küçük-büyük karşılaştığınız her
olayda vicdanınızın sesine uymanız, aslında Allah’ın rızasına uymanız
demektir. Dolayısıyla içinizdeki hayır sesini dinlemekle, her fiilinizde
Allah’ı hoşnut etmiş olursunuz.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken son derece önemli
bir nokta bulunmaktadır: Allah’ı razı etmek için çaba harcamayan
insanlar da kimi zaman çevrelerine veya kendilerine göre güzel görünen
davranışlarda bulunabilirler. Örneğin karakter olarak insanları
kırmayan, ince düşünceli kişiler olabilirler. Fakat eğer işledikleri
hayrı Allah’ın hoşnutluğu için istemiyorlarsa, yaptıkları işlerin Allah
Katında geçerliliği olmayabilir. Çünkü bu kişiler vicdanlarına uydukları
için değil, kendi birtakım çıkarları için iyilikte bulunuyorlardır. Bu
çıkar, “iyiliksever” insan olarak bilinmenin vereceği tatmin duygusu ya
da sadece duygusal bir tatmin de olabilir.
Kısacası insan yaptığı işten çok, vicdana tabi olma konusundaki
niyetinden sorumludur. Eğer tüm yaşamının “Allah için” olmasını
istiyorsa, niyetini değiştirmesi gereklidir. Örneğin ince düşünceli
davranırken insanların gözüne girmeyi, onlardan takdir beklemeyi değil,
Allah’ın hoşnut olmasını aramalıdır. Bu sürekli olarak Allah’ı
düşünmesini, O’na yönelmesini, O’na dua ederek herşeyi O’ndan istemesini
sağlar. Allah daima Kendisine yönelen böyle kullarını Kuran’da şöyle
övmüştür:
Sen onların söylediklerine karşı sabret ve Bizim güç
sahibi kulumuz Davud’u hatırla; çünkü o, (her tutum ve davranışında
Allah’a) yönelen biriydi. (Sad Suresi, 17)
Ayrıca Allah Kuran’da Kendisi’ne yakınlığa vesile olacak bazı yolları şöyle bildirmektedir:
Yarışıp öne geçenler de, öne geçmiş öncülerdir. İşte onlar, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır. (Vakıa Suresi, 10-11)
Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah’a ve
ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini Allah Katında bir yakınlaşmaya
ve elçinin dua ve bağışlama dileklerine (bir yol) sayar. Haberiniz
olsun, bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır. Allah da onları Kendi
rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(Tevbe Suresi, 99)
Allah için yapılan vicdanlı her tavır Allah’a
yakınlaşmaya bir vesiledir. Unutmamak gerekir ki, Allah Kendisi’ne yakın
olanları cennetle müjdelemektedir:
Eğer o (ölecek kişi), yakın kılınan (mukarreb
olan)lardan ise. Bu durumda rahatlık, güzel rızık ve nimetlerle
donatılmış cennet (onundur). Ve eğer “Ashab-ı Yemin”den ise, artık,
“Ashab-ı Yemin”den selam sana. (Vakıa Suresi, 88-91)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder